30 Aralık 2011 Cuma

2012 İyilere Şans Getirecek

Hayatın çok kısa olduğunu, zamanın su gibi akıp geçtiğini, huzur ve mutluluğun zor yakalanıp kolay kaybedildiğini yeniden hatırlarsak; bütün bunları hiç unutmayacağınız bir yıl geçirmenizi dilerim.

2012’de;
Dünyaya geliş nedeninizi bulmanızı, farkındalıklarınızın artmasını, iç huzurunuzu yakalamanızı, mutluluktan ve başarıdan hiç kopmamanızı dilerim.
Bu yıl; bütün güzel şeyler iyi kalpli insanları bulsun…

Sevgiler,

16 Aralık 2011 Cuma

Taha Bebeğim

Karnında bebek taşıyan bir annenin ne hissettiğini bilmesem de en yakınımdakinin hislerini anlayabilmek için ben de 9 ay boyunca bekledim onunla...
Günlerce; heyecanlı bekleyişler, merak etmeler, sesli sevmeler, tekmeleri dinlemeler devam ederken; o haberi alıverdik. Herkes çok mutluydu. Bense şaşkın :))
Gördüğüm şeyin tam olarak ne olduğunu, nereden geldiğini, nasıl nefes aldığını düşünmekle harcadığım 1 ay geçirdim. Anne ve babası hakkımda kim bilir neler düşündü. Sevmediğimi, beğenmediğimi :) ve kim bilir daha neler...
Günler kovaladı günleri, Nisan bitmiş, Mayıs ayı gelmişti bebeğin 40'ı 50'si derken neredeyse kocaman olmuştu. Tosuncuk hem çabuk büyüyor hem de onunla aynı gün doğan bebeklere fark atacak kadar da güzel yiyor, kilo alıyordu. 
Ben bütün bunlar olurken, uzaktan izleyen, ilgisiz, sevgisiz teyze modunda, kendi dünyasında yuvarlanıp gidiyordum. 
Bir gün;
Normal devam eden günlerden bir gün; bebeğin artık bazı şeylerin farkında olduğunu gördüm. Dokunmaya, iletişim kurmaya başlamıştı. Sürekli anlamlı bakışlar atıp kendine aşık etmeye ant içmiş gibiydi. Etrafındaki insanları mest etmek için doğmuştu sanki.
Önce kendine bağlayacak, sonra aşık edecek, sonra kendini arada göstererek özlemden acı çektirip işkence yapacaktı. Kararlıydı...  :))
Bense; izleme aşamasını çoktan geçmiş, o minik elli canavarın yüzüme, burnuma, saçlarıma dokunmasından aldığım keyfin tadını çıkarmaya başlamıştım. Onunla karşılıklı geldiğimde, kurduğu göz temasını hiçbir şeye değişmeyeceğimi düşünmezdim. Elleri yüzüme dokunduğunda aldığım hazzın beni mest edeceğini bilmezdim. Yaptığım hareketleri taklit etmeye çalıştığında, tam bir oyuncu olduğunda, kendini izletmesini bu kadar iyi bileceğini düşünmezdim. Hayata geliş nedenimizi çözmüş değilim ama bu duygunun yaşanması gerektiğini anladım. Hayatta bir kez olsun; bir bebeğin hiçbir şeyi bilmez doğmuş halinden, farkında olma anına geçişinin izlenmesinin şart olduğunu düşünmeye başladım. Gözlerini düşündükçe, beni gördüğünde attığı çığlığı ve ellerini hayal ettikçe; her gün daha fazla istiyorum yaşamayı. Bana akıp gürleyen bir pınar verdi gelişiyle...
Yaşam pınarı dediğimiz şeyi ben görüyorum artık. Gürül gürül akıyor tam yanımda...

Yazdığım bu bebek ailemi de aşkın, sevginin, huzurun ve neşenin ortasına savurdu attı. Hepimiz deliler gibi ismini sayıklar olduk. Anlam kazandı yaşamımız. Zenginliği, hala para sananlara güler olduk. Zenginlik bizim için; Taha'nın attığı adım, gülümseyişi, dokunuşu ve o ilk kelimesi oldu artık.
Kalbimde kocaman bir yer daha açtı gelişiyle...

Şimdi ne istiyorum?
Bana verilen nefes adedim fazla olsun, Taha sarı teyzesini tanısın. Nefes adedim fazla olsun, Taha sarı teyzesiyle zaman geçirebilsin. Ona "iyi insan ol Taha, sakın kalbinde kötülük olmasın, hırs olmasın. Yürekli ol, aşık ol, adam ol, sevebilen ol, sevince söyleyebilen ol Taha. Aileni hiçbir şeye değişmeyen ol, saygılı ol, saygı gör Taha"...
Kalan nefes adedim yetsin! Yetsin ki; o bebeğin büyürken yanında olmak hayalime kavuşabileyim.
Çünkü bu abuk sabuk dünyadaki en kıymetli duyguları tattım, bir; bu bebeğe duyduğum aşkı yaşamak kaldı... :)

DY

15 Aralık 2011 Perşembe

Harcadığın Zaman

Yeni bir ışık gerekiyordu ona. O ışık konuşmalıydı, anlatmalıydı, oynamalıydı ona…
Onunla ilgili söylenenleri duydum. Neşesiz, renksiz, keyifsizmiş. Oysa; o da  1 yaşama şansı verilen canlılardan biriymiş ama farkında değilmiş…
Günü geldiği gibi yaşarken, ardında bıraktığı yılların hesabını da yapmamış. Özgür de bırakmamış; hem ruhunu hem de kendini…
Kapana kısılan bir fare gibiymiş yüreği. Çabası da olmamış ki kurtulmak için. Orada mutlu sanıyormuş kendini.
Bir işi, ailesi var ya yeter sanmış. Yetmez ki! Anlayamamış.
Ben biliyorum da mı konuşuyorum?
Evet biliyorum. Gerçekten biliyorum. Bazılarının keşfettiği şeyi ben de buldum;
Hayat ne sana, ne bana, ne de ona uzun. Hayat herkese kısa. Hayat acımasız, anlamsız… Hayat unutturan, zorlaştıran, hırslandıran, ağlatan…
Hayat ne film ne de oyun. Hayat çok gerçek… Hayat kurnazlık, umursamazlık…
Tamam mı? Gerçek mi? Yalan mı?

Hayat bu kadar boşken, gerek var mı? Ona bir daha soralım mı?
Şimdi bu çabaya, bu emeğe bunca telaşa gerek var mı?

Bırak kendini zamana. Yaşadığın sürece gülümsemeye, sevmeye, dert etmemeye gayretle yaşa.
Yaşadığın sürece; incitmemeye, üzmemeye, görmeye, değer vermeye gayretle yaşa.
Farkında yaşa.

Haydi, anlatsın birileri ona. Hayat 1 kere!

DY

22 Kasım 2011 Salı

Gülümse

Günler oldu...
Uyanıyorum. Önce somurtkan bir yüz ifadem olduğunu fark ediyorum. Bir iki saniye içinde: "gülümse" komutu veriyorum beynime. Ve oluyor... Gülümsüyorum.
Sonra sağ elimi, yatağıma yakın olan cama uzatıp; dışarıya bakmak için aralıyorum perdeyi. Ve işte! Güneş!!!
"Bugün de her şey harika olacak" diyorum kendime. Öyle olması için, günü güzel başlatıyorum. Gülümsüyorum...
Olduğum yerden ayağa kalkmak için bir iki sıkıntılı hamleden sonra, önce dolabıma ve hemen aynaya yöneliyorum. Dolabımda, "ona ait" bir şey bulup, sıcaklığını yeniden hissetmek için üzerime giyiniyorum. Ve aynaya bakıyorum. Gülümsüyorum...
Banyoya doğru yürürken, "ne olur ev halkıyla karşılaşmayayım" diyorum. Çünkü bu sabah da onun yokluğuyla baş ederken yalnız olmaktı isteğim...
Onunla dolu odama geri dönüp, işe gelmek için hazırlanmaya başlıyorum. Odanın hiç de lazım olmayan her köşesinde yüzü. Resimlerini asmış, hediyelerini yerleştirmiş, hatta son dönemde resimlerin sayısını bile arttırmışım. Kendime hazırladığım bu sonu önceden planlamışım sanki. Özel bir işkence için...
Giyinip evden çıkıyorum. Sokağın köşesine kadar yürüyorum, gelecek arabayı beklemeye başlıyorum. Araba gelene kadar aynı komutu vermeye devam ediyorum beynime. Gülümse...
Aslında yapabildiğimin farkına varıyordum. Başarabiliyordum. Gülümseyebiliyordum...
Bugün de bitecek ve yarın olacak sonra yarın da tükenecek, aylar kovalayacak ayları... O yanımda olmayacak. Ama ben o zaman da gülümseyeceğim...
Bu sabahki gibi; yatağımdan doğrulup, güneşe gülümseyeceğim, ona ait ne varsa üstüme geçirip, onun sıcaklığıyla günü karşılamaya başlayacağım. Her şey güzel olacak cümlesi kalacak dudaklarımda o giderken.
Ve ben hep gülümseyeceğim...

DY

21 Kasım 2011 Pazartesi

Kaldım Yarım

Bin defa konuştuk seninle belki. Belki de daha fazla. Çoğu zaman sustun ama farkındaydın büyüktü sorumluluğun.
Kaçmak ister misin olanlardan? Susmamı, ebediyen kaybolmamı ister misin?  Yeniden aynı hayallerin içinde olmamayı? Sürekli:  “birlikte yaşlanalım” cümlesini duymaktan da sıkılmadın mı hem? İşte oldu, benden bu kadar… İşte senin istediğin gibi oldu hayat. İste senin duymak istemediklerin de sustu. Ben sustum…
Belki yarım kalan ben oldum. Ama olsun seni kurtardım.
Elveda…
DY

17 Kasım 2011 Perşembe

Bu Kim?

Kadın sever, çok sever.
Acı çeker duygulanır.ağlar.Gözleri kızarır, yanar ama yine ağlar.
Kadın süpürge eder saçını, elleriyle besler hayat arkadaşını. Sevdiğini paylaşamaz, sakınır, kıskanır. Kadın gözü gibi bakar sevdiğine; aman o hasta olmasın, üşümesin, yorulmasın.Kırılmasın, gücenmesin, o hep gülümsesin...
Kadın çok sever, sahiplenir; anaçtır, şevkatlidir.Besler, doyurur, göğsünde uyutur. Yastık olur, yorgan olur...
Kadın çok sever, artık yoktur başkası. Kendini bile görmez, önemsemez.Yalnız "o" vardır, hayattaki tek gerçeği...
Kadının çiçeğidir sevdiği;suyunu verir, toprağını, yaprağını kurutmaz.Kadın çiçeğini çok sever, onu gözünün önünden ayırmaz.
Kadın fazladır, büyüktür, yücedir. Sevdiği bunların birini bile bilmez. Bilse de önemsemez.
Olsun yine de sever kadın...

DY

14 Kasım 2011 Pazartesi

Ömürde Son Perdedir Ölüm

Ofiste geçirdiğim sıkıcı günlerden biriydi bugün. Birkaç resim açıp, "buralarda olsam şimdi" diye iç çekiyordum. Memnuniyetsiz ve mutsuz bir anımdaydım. Yemek saati geldi. Toplu halde yemek yenen ve hiç de hoş olmayan, gürültülü, kötü kokan, renksiz yemekhaneye; girdiğim gibi çıkmak istedim.
Bir iki adım attım içeriye doğru, "neyse, yer çıkarım" dedim kendi kendime...
Yalnız başıma bir masaya oturdum. Tam, beni üzecek kendimi gereksiz sıkacak şeyleri düşünmek üzereyken; çok sevdiğim bir arkadaşım oturdu karşıma gülümseyerek.
Yemek yerken bir yandan konuşmaya başladık. Nereden açıldı bilmem ama konu; beni, onu, herkesi etkileyecek kadar hassastı.
Annesini anlattı. Annesine biçilen ömrü kabul etmiş ve cümleler içinde kullanabiliyordu. Üzüldüm, elimde ne varsa tabağıma vurup hüngüre hüngüre ağlamak istedim. Kafamdan bunlar geçerken, gözlerimden süzülen bir iki damla yaşa "DUR" dedim. Karşındaki adam seni teselli etmek için cümlelerine başladı Dur artık!
Yok; durdurmak bana göre bir şey değildi akmaya başlamış gözyaşını. Beceremedim de zaten...

Orada oturmuş önce durumun acısına, sonra arkadaşımın gücüne şaşırmaktaydım. Sanki yapabileceğim tek şey buymuş gibi bir süre kıpırdayamadım. Canım acımaya başlamıştı.Saklamak için elimden geleni yaptım.

Kendi hayatımla kıyasladığım dakikalarda artık daha fazla acıyan canımı hiçe saydım. Yerimden kalkıp masama geçebilecek miyim diye düşünmeye başladım. Derin bir nefes aldım. Masama ulaşabilmiştim. Nasıl yürüdüm, nasıl görünüyordum bilemiyorum. Umrumda da değildi.

Aradan günler geçti. Hala aynı şeyi düşünüyorum. İnsanın nasıl bir kalbi olmalı ki; annesini böyle gördüğünde o kalp paramparça olmasın. O nasıl bir insan ki; bu kadar zor bir gerçeğe "seni kabul ediyorum" desin.
Yapabilen var mı bilemiyorum ama ben ölümü düşünmeden edemiyorum. Ondan korkmadan yaşayabilen var mı? Onunla karşılaşmamak için her şeyi yapmaya razı olan? Ölüm, yakınlarına, sevdiklerine yaklaşmasın diye sürekli dua eden?
Aslında merak ediyorum; bu hayatı anlayabilen var mı?

DY

27 Ekim 2011 Perşembe

Gidiyorum Senden

Kafamı karıştıran sen değilsin hayat. Sen durduğun yerde yaşamaya çalışan bir canlısın sadece. Sana; "tut elimi uzakta durma" dedikten sonra çok şey değişti. Her gün, bu değişikliğin sebebini anlamaya çalışarak zaman kaybettim. Kendimi, anlamak istemediğim bir hayatı yaşarken, sorguladım sürekli. Aslında istediğim bu değildi. İstediğim tek şey,vazgeçmeden sevmekti seni. Sorgusuz, sualsiz.
Sen.
Ne çok söyledim adını, ne çok istedim aynı çatı altında olmayı. Ve ne çok hayali tek başıma kurdum. Sen yoktun. Bir şeyi açıklığa kavuşturdum kendi içimde. Sen var mısın yok musun diye bir hesap yapmaya vaktim yoktu artık. Ben vardım. Bunu anladım. Aslında herkes gibi ben de yalnızdım...

Bizim güzel yanımız "biz" olmamızdı. Anladık, değer verdik, sevdik, sahip çıktık. "Biz" olmayı biz de çok sevdik. Sıkılmadık, bozulmadık, kopmadık, yorulmadık...
Düşünmemeye gayret ettim seni. Senden gelen her şeyi analiz etmeyi bıraktım. Akışına bıraktım.
Olmadı. Hep başa döndüm.
Konuşup, anlatıp sonra da kaybolan, kaybeden olmak istemedim. Hiç istemedim. Ama sanki sona geldim. Freni tutmayan bir araba gibi. Durduramıyorum düşüncelerimi. Senden gitmeye son veremiyorum. Kalamıyorum sende.
Kim sever ki sonları? Ben de sevmiyorum. Ama sona yaklaştığımı biliyorum.
Kalan anıları saklamanı istemiyorum. Resimleri yakmanı da. Senden bir şey istemiyorum. Bir tek şey dışında!
Neden gittiğimi düşün. Neden "biz" olmaya devam edemediğimizi düşün.

DY

21 Ekim 2011 Cuma

Hayaller Gerçek Olur mu?

Kaş, şnorkel yapmak için öylesine uygun ki, dalış yapamadığı için üzülenlere duyurmak isterim!
2009 senesinin Ekim ayına kadar ben de dalış yapamayan biriydim. Arkadaşlarım, dalış teknesinin alt katında kuşanırken, ben üst katta ağlardım. Güneşlendiğimi söylerdim, kimse görmeden ağlardım J.
Gün sonuna kadar hep aynı şeyi düşünürdüm. “Ben bir kez bile, dalış yapmayı deneyemeyecek miyim?” Dalış, çok farklı bir dünyaya yolculuktu ve ben de bu yolculuğu merak edenlerdendim.
Ama sol kulağımdaki sağlık sorunum, buna asla ama asla izin vermeyecekti. Birden fazla doktorla görüştüm. Denemem bile yasaktı. Gerçekten ciddi sorunlara yol açabilirdim. Tabii ki, doktorumu dinledim. Dalış yapmadım. Ta ki; ameliyat olmaya karar verene kadar J.
Ameliyat olmam için beni cesaretlendiren, dünyamı değiştiren, hayatı daha da çok sevdiren insana BİN kez daha teşekkür etmek isterim.
Kulağıma yapılan zar nakli ile artık dalış yapmamda bir sakınca yok. Başarılı geçen ameliyatım için; Dr. İrfan Gözübüyük ve hiç göremediğim (yalnızca bayılmama 1 saniye kala göz göze geldiğim) Dr. Thieryy POLET'e yeniden teşekkür ederim.
Şimdi ne mi yapıyorum? Tabii ki, 1* bröveli dalgıç olarak dalış yapmaya devam ediyorum. Mümkün olursa, 2* ya da 3* olacağım.
Kim derdi ki; bir gün dalış yapman mümkün olacak hatta defalarca suyun altına ineceksin. Gemi, uçak batıklarını göreceksin. Bunu kim söylese, ona gülerdim J.
Hayata rutinmiş gibi bakmayın. Hayat asla rutin değil. Nerede, ne zaman, ne olacak hiç kimse bilemez. Bir gün öyle bir şey olur ki, tüm dünyanız değişir. Bir gün öyle bir şey olur ki, hayal ettikleriniz sizin olur. Sadece inanmak gerek J.
Sevgiler…
DY

Nefes Adedi

Hava soğuk da olsa, karlı, karanlık; ben yine ışığınla uyanırdım. Bir sabah mucizem olacaksın biliyorum. O zamanın gelmesini bekliyorum.  
Salonun bir köşesinde şarap kadehleri, karaf, eski güzel plaklar. Diğer köşesinde okuduğum kitaplar, yazılarım, boyadığım taş ve ahşaplar. Odanın perdeleri sevdiğimiz renk, halıları da beyaz seçmişiz ne hoş. Uzun geniş holden yürüyüp mavi perdeli diğer odaya geçince, beyaz gitarını koyduğumuz köşeyi görsek mesela. Yaşanmışlıkların hepsini bu odada saklasak. Fotoğraf albümlerimiz, birbirimize aldığımız hediyelerimiz olsa içinde.
Sabaha da geceye de beraber baksak. Yalnızca kahkahalar olsa hayatımızda. Hayal bu ya, izin ver. Dertlere de geleceğim…
Sen üzülünce ben, ben ağlayınca sen toparlasan her şeyi. Birbirini tamamlayan iki parça olsak seninle. Hiç beklemeden, hızlıca akan şu zamana ayak uydursak. Zevk alarak ama koşmadan. İçinde kaybolmadan.
Pijamalarımı giyip, senin alt yazılı filmi hazırlamanı beklesem mesela. Sen yanıma gelene kadar sabırsızca beklerken, seni de güldürsem… Pek seversin o halimi bilirim…
“Sevgilim” demeyi ne çok severim sana. Öyleyse her sabah gözlerimi açtığımda orada ol ki, sana “sevgilim” diyebileyim.  Sana kahvaltı hazırlamamı istediğinde, yorganı yüzüme çekip mızmızlanayım. İkimiz de yaz ayını severiz ya, o zaman aynı şeyleri bekleyelim seninle… Aynı güneşi, aynı mevsimi, aynı umutları…
Hobileri, fobileri paylaşalım. İkisinde de adımız olsun hiç yorulmayalım. Hayatın kısa olduğunu ikimiz de bilelim, farkında yaşayalım. Sen ve ben artık bir bütün olalım. Uzaklığı kaldıralım.
Neden ısrarla “sen” dediğimi, neden yorulmadan “gel” dediğimi biliyor musun? Bana verilen nefes adedini bilmiyorum, sen de öyle… O zaman kalan nefes adetlerimizi birlikte alıp verelim mi?
DY

12 Ekim 2011 Çarşamba

Maske


Bugün, bunalım yapmak istiyor canım. Askıda bırakıp dünyayı, hiçbir şeyi düşünmeden hüzünlenmek. Bugün canım yalnızlığı istiyor. İstersem ağlamak oturduğum yerde, istersem bağırmak avaz avaz. Canım hüzün çekiyor bugün.
Yaşayabilir miyim?
İnsan olmanın en zor yanı da bu değil mi zaten? İstediğin gibi olamazsın. Binlerce masken var. Evden, hepsini çantana koyup çıkmıyor musun? Ben öyle yapıyorum ne yazık ki…
Tahammülsüzsün ama gülümsemek zorundasın. Üzgünsün ama “mutluyum” demek zorundasın. Hayır yahu, ben değilim! Ben hiçbir şeye mecbur olmamalıyım.
Evet! Mecbur olmamalıyım dedim de, neden taktım bugün o zaman maskemi? İnsan olmanın en zor yanı bu işte…
DY

10 Ekim 2011 Pazartesi

Hayat Bi Kere

Hiç arkaya dönüp bakmayacaksın. Hayal de kurmayacaksın. Önünde şimdi var, an var, onu yaşayacaksın. Sahnedesin. Farkında olacaksın!!
Ağlayacaksın! Ama en çok güleceksin çünkü seveceksin. Çoook seveceksin. Bazen yenileceksin bazen de yenecek. Küseceksin belki ama sonra yeniden gülümseyeceksin. Yüzünü aynada her görüşünde biraz daha üzüleceksin. Çizgiler belirecek, lekeler görünecek.Vazgeçmeyeceksin. Asla ölümü düşünmeyeceksin. O zaten hep var. Gölgen kadar yakın sana. Sen onu görmeden, o yokmuş gibi seveceksin. Hayat senin, Hayat bi kere!!

6 Ekim 2011 Perşembe

Banu Gürsu (Değirmendere '99)

İki ileri bir geriydi adımlarım. Hep vardı sormak istediklerim ama korkuyordum duyacaklarımdan. Ben rahatça dinleyemezdim. Tanıyordum kendimi. Ağlar zırlar mahvederdim her şeyi…
Bugün o oturdu karşıma. Başladı anlatmaya…
“Ailem ve ben 99 depreminde binanın üstümüze yıkılmasından sonra darmadağın olduk. Herkes öldü, bir ben kaldım hayatta. O akşamı bunca yıla ve o zamanki küçük yaşıma rağmen dün gibi hatırlıyorum. Ben yaralı halde çıkarıldıktan sonra, etrafımdan sedyelerle taşınan ölü bedenleri ve yüzleri bile hatırlıyorum.  O akşam yaşadıklarımı hiçbir zaman unutamam. “
O devam ederken, elimi kolumu nereye koyacağımı şaşırdım.  Garsona: “haydi ya, nerede bu kahveler” deyip; o anlık da olsa uzaklaşabileceğimi sandım hayatın gerçeklerinden.  O, yeniden anlatmaya başladığında, artık ağlıyordum…
“Herkes öldü, bir ben kaldım. Yaşamaya devam etmeliydim. Hiç ağlamadım, toparlanmam gerek diye düşündüm. Babam çıkardı beni o gece yıkılan binanın içinden. Annem, ablam, diğer akrabalarım herkes ölmüştü. Babam, annemi elleriyle gömdü. O yüzden o benden daha kötü haldeydi. Babama yeniden evlenmesini söyleyecek kadar bencillikten uzaktım. O da düzen kurmalıydı, mutlu olmayı hak ediyordu yeniden. Kimse unutmayacak o gece olanları. Babam da ben de unutmadık ama ikimiz de yaşamak zorundaydık.”
Araya girmek istedim o bed sesimle. Ağlarken bir yandan kabus gibi bir ses çıkarıyordum sorular sormaya, yorum yapmaya çalışırken. O bana moral veriyordu. Onun gücüne, olanları anlatışına ve hala ayakta kalışına hayran kalmıştım. Dünyanın en güçsüz insanıydım o an artık ben. Ne yaşamıştım ki? Benim acıtan aşk hikayelerim öyle değersizleşti ki o an. Kendime çok kızdım.
Asıl kaybetmek buydu işte. Benim kaybetmek sandığım şey, kaybetmek değilmiş.
Çok güzel anlattı her şeyi. Masmavi gözlerine bakıp dinliyordum ama içimden sadece isyan etmek geliyordu. Bunca şeyi o küçücük kız (12) yaşamıştı. Dinlemek bile dayanılmazdı ama o küçük kız, o gece oradaydı. Kafamda canlandırmaya gayret etmedim hiç. Çünkü her şey capcanlıydı o anlatırken.  Ve devam etti…
“Yaşayacak yer yoktu, kalacak ev de. Çünkü şehir tamamen yıkılmıştı. Ben de İstanbul’a, teyzeme gittim. Onlarla beraber yaşamaya başladım. Babamla görüşmeye devam ettim. Bir kadınla evlendi, denedi ama olmadı. Şimdi o da yalnız.”
Düzeni daha çok küçükken bozulan, annesini, ablasını ve daha birçok yakını kaybeden güzel bir kızı dinliyordum. Güzel ve bin kat güçlü etrafımdaki herkesten… Neler dönüyordu kafamda, nasıl acıyordu aslında kalbim, ne çok korkuyordum bilmiyordu. Sevdiklerim beni kızdırdığı zamanlarda dönüştüğüm saçma sapan kişiye acıyordum o konuştukça. Kendime öfkem büyüyordu. Kaybetmek ne demek, bilmediğimi çok iyi anlıyordum. Ben kaybeden olmamıştım.
O son cümlelerini ederken, ağladığım belli olmasın diye taktığım gözlüğü çıkardım. Tam gözlerinin içine baktım. Aslında ona öyle şeyler söylemek istiyordum ki… Gücüne hayran kaldığımı, bunca şeyi atlatıp, olaylardan binlerce ders çıkarabildiği için, hala yaşama sevincini kaybetmediği için, hala gülümseyebildiği için, ona yüce bir varlık olduğunu söylemek istedim. Ama hayır, hem büyük bir yumruk vardı midemde, hem de sesim titriyordu konuşamadım. Konuşursam yeniden ağlardım.
“Lütfen Tanrım” dedim masadan kalkarken. “Lütfen bu düzeni anlamama yardım et.”
Şimdi bunları benim kadar iyi anlayan birini bulamadığım için yazıyorum. Herhangi birini karşıma alıp, "o güzel gözlü kız bunları yaşamış, biliyor muydun" demek öylesine basitleştirecekti ki durumu. Kimseye anlatmadım ve yazdım.
Okurken bir kez daha düşündüm. Biz sahip olduklarımızın kıymetini biliyor muyuz? Tüm bu olanların farkında mıyız? Dünyaya geliş nedenimizi biliyor muyuz? Şükrediyor muyuz?
DY
05 Ekim 2011

30 Eylül 2011 Cuma

Bekleyişim

Çoook uzun süredir buradayım ben. Aynı bekleyişi, daha önce de yaşadım. Hem de sayısını hatırlamadığım kadar. Neden hep aynı şeyi hissettiğimi ve neden tarifi olmadığını hala merak ederim. Ama ne kendime ne de ona soramam. Bir sonraki bekleyiş için hazırlanırım sadece...

27 Eylül 2011 Salı

"Yerebatan Sarnıcı"nın Büyüsü

Birer birer indiğim merdivenlerin sonunda, öylesine büyülü bir manzara vardı ki, sanki ayaklarımın altındaki zemin kaydı o an. Önce dikkatimi "ney" sesi çekti. İmkansızdı görmezden gelmek. Alıp götürüyordu insanı...
Büyü, ben içerde yürüdükçe devam etti. Kalp atışlarımı bastıran tek şey, ney sesiydi. Hiç böylesine bir kalabalık içinde yalnız kalmamıştım huzurumla. Bu ilkti!...
Yürüdükçe daha da heyecanlandıran atmosfer içinde boşluğa bastığımı düşündüm uzun süre. Ayaklarım yerle temas etmiyordu sanki. Sarnıcın böylesine gizemli olup, insan üzerinde hakimiyet kurması tehlikeliydi. Sakince yürümeye devam ettim. Kafamda öyle çok görüntü canlanmıştı ki, dursunlar istedim. Sanki tarihe bendim şahit. İçerdeki rutubet kokusu, loş ışıklar ve damlayan suyum görüntüsü beni iyice gerçeklikten ayırmıştı. Aslında iyi de gelmişti. O an tek düşündüğüm; içinde bulunduğum karanlık ve büyülü sarnıçtı.
Suya odaklanınca, "dev balıklar" diye de adlandırabileceğim, sayısını tahmin edemeyeceğim sazanları gördüm. Durup birkaç saniye düşündüm. Mümkün olabilir miydi? Bu rutubetli ve karanlık ortamda bunca balık nasıl yaşıyordu? Yaşamayı geçiyorum, bir de öyle büyümüşlerdi ki, hiç de derin olmayan o suda yüzmekte bile zorlanıyorlardı. Dakikalarca izledim onları. Bakmayı bıraktığım her an merakıma yeniliyordum. Yürüme yoluna kurulmuş korkuluklara yaklaşıp yeniden izlemeye koyuluyordum onları. Dev balıklar, sazanlar...
Derin karanlığa veda etmek gerektiği an, arkama dönüp bir daha baktığımda etkilenmekte ne kadar haklı olduğumu bir kez daha anlamıştım.


19 Eylül 2011 Pazartesi

Hayallerim Özgür

Şimdi onunlayım evet. Artık onunlayım...
Hayallerimiz artık aynı. Kahvaltı tabakları, kahve fincanları istediğimiz renk. Evin perdeleri, halıları uyumlu. Kocaman ekran tv istedi bir de. Peki dedim, gülümseyerek.
Sanki artık olacakmış gibi hissetmek iyi de gelmedi mi sanki bize? Evet çok iyi geldi.
Yeni açmış çiçek, az önce doğmuş güneş sanki. Kalbim bir bebeğinki kadar genç, yüzüm yazı yeni karşılar gibi şen. Gerçekten mutluydum. Sürekli kendini tekrarlayan ses, uMruMda bile değildi artık.
Sözlerin rahatça ağzımdan çıktığını hissediyor, onun da birkaç cümle söylemesini istiyordum. Ama hep ben başlıyordum, onun da hoşuna gidiyordu. Özgür bırakmayı seçmişti beni. Hayallerimi de...
Ve gerçekten ilk kez özgürdü hayallerim. Ve ilk kez onunkilerle benim hayallerim aynı odanın içinde konuşuluyordu. Sanki ölmek üzere olan bir çocuğa ümit verir gibiydik. Sanki son nefesinde gülümsemesini istiyorduk ilişkimizin... O da ben de çabalıyorduk, güzel de gidiyorduk.
Birkaç dakika sonraydı; yaşlar doldu gözlerime. Daha uzun zaman vardı. Hem onsuz geçecekti koskoca  bir kış.
Yıllar sonra ilk kez özgürdüm. Kendi senaryomu yazmış oynuyordum. Ama bu sefer de gerçeği en derinde hissedip kayboldum içinde. Yalnızlığımı alıp gitmeliydim. Hayallere daha vardı zaman. Bekleyecektim...


Kalbe keder bütün bu düşünceler. Gücünü alır, seni yıpratır unutma. Sevdiğin şeylere yaklaş, bırak bütün kederleri, sevmediklerini görme.
Kalbe acı verenleri sil, sevme! Kalbinin derinlerinden gelen çığlıkları duyma. Bırak önemseme...

14 Eylül 2011 Çarşamba

Kısacık Ömrüme

Gün yine başladı. Kendi içindeki sıkıntılarıyla zamanı savurdu bile.
Sabah saatleri ne çabuk geçiyor derken öğlen oluyor. Mesai bitiyor eve gidiyorsun, bir bakmışsın sabah olmuş yine ofistesin. Kapıldığım girdap bir gün bitecek nasıl olsa diyorum. Ve akıp giden zamanla içten içe kavga ediyorum.
Birçoğunun farkında olmadığı şeyin, öylesine farkındayım ki!...
Ben 32 oldum ama hayatıma dair ne hatırlıyorum sorusunu yanıtlayamam. Ben 32 oldum ama zamanın bu kadar çabuk akacağını tahmin etmezdim. Ben büyüdüm evet ama korkular yeşerdi içimde. Kısalan ömre dair korkular. Ah bir anlasa diğer insanlar...
Hayat bir kere! Şans bir tane!
Bu ofisten çıkmak, yaşamımı sevdiğim şeylerle doldurup onlarla ölümsüzleşmek istiyorum. İş, sorumluluklar, mecburiyetler, hastalıklar, karmaşalar, üzüntüler...
Ben bunları istemiyorum ki hayatımda. Yaşam böyle şeyler için yeterince uzun değil ki...

Dün bir haberde 75 yaşında bir dedenin kanser hastası olduğunu anlatıyordu. Mikrofonu uzattılar ve o tatlı, beyaz saçlı dede dedi ki; "Ben sağlığımı istiyorum, saçlarım dökülmesin". Hala yaşamak istiyordu. Eminim hissettiği yaş 75 değildi. Belki de 30larındaydı dede...
Onca yıl çalışmıştı elbette. Para kazanıp hayatını devam ettirmek zorundaydı. O da öyle yaptı. Peki ne oldu şimdi? Emekli olup rahat edeyim dediği sırada hastalandı. Şimdi nasıl yaşayacaktı ki cenneti?
Ben kabul etmiyorum evrenin adaletsizliklerini. Ben kabul etmedim, etmeyeceğim yatla gezenler varken, emekliliğini bekleyen, o yatla gezmeyi hayal edenleri.
Kapısı altından evde oturup, cam kadehten su içenleri kabul etmiyorum. Sokakta uyuyanlar varken.
Ben etmiyorum da ne oluyor ki? Bir sihirli sopayla değiştiremem ya dünyayı. Eşitleyemem ya insanların varlıklarını. Şu kısacık hayatta birçoğuna verilmemiş şansları yalnız birinin yakalamış olmasına bir şey yapamam ki...

Bir büyük hayvan; güçlü pençeleri olan kafese kapatılmış, çaresiz, öfkeli bir kaplan görüyorum kendime bakınca. Kafesteyim! Çıkamıyorum.
Tüm bu çaresizliklerin içinde, zaman zaman nefes alamadığım, korktuğum, bunaldığım oldu. Kendimi yeşilin, mavinin içinde hayal ettim. Uzaktaydım. Bu ofiste değildim, işim yoktu. Yalnızca ben ve sevdiğim şeyler; bir köpeğim, romanlardaki gibi; çok şirin döşenmiş bahçeli evim, çardak içinde kurulu sofram, ateş böceklerim...
Keşke demekten yoruldum ve sevdiğim de söylenemez bu kelimeyi.
İnandığım tek şey ve hissettiğim; çıkmak üzereyim o kafesten.

12 Eylül 2011 Pazartesi

Misafirim Kalamar

Dalış yaparken bile bu kadar güzel bir deniz canlısını görememişken, plajda yüzerken bir kalamar ailesine denk gelmek gerçekten lüks :)
Ağustos sonlarında, Kaş'ın mavi derin denizinde yüzerken, aramızdan biri bu canlıyı gördü. Biz genelde maskelerimizle yüzüp, var olan tüm canlıların güzelliğine tanık olmak istiyoruz.
Anne kalamar ve yavruları öylesine ilginç bir görüntü sergilediler ki; önce algılayamadık. Fotoğraflarını çekmek için, anne kalamarın yavrularını saklamasını bekledik. (bilinçsizce)
Anne kalamar, onlarla uzun süre yüzdü. Onları eve gönderdi ve sonra bize poz verdi :))

9 Eylül 2011 Cuma

Eşsiz Dalış Maceram

Benim 21 dalış maceram oldu bu yıl. Nihayet 2* CMAS olabilirim. Sayıyı aştım. Ancak söylemek istediğim asıl şey şu resim;
En muhteşem dalış deneyimim buydu!! Kaş gemi batığı


31.08.2011

Yeter ki Sen Gitme

Güzel olan her şeyi çağırıyorum hayatıma; Sarı çiçekleri, bal yapan arıları, gül kokusunu, şeftalinin tadını, parlak yıldızın ışığını, denizdeki yakamozu, çikolatalı pastayı. Ve Seni!!!
Sen kal da, pasta olmasa da olur, sen burada yanımda ol da, şeftali yemesem, gülü koklamasam da olur. Elimi sen tut da, bal olmasın, yıldız parlamasın. Sarıl bana sen ama yakamoz kaybolsun.
Yeter ki sen gitme!

8 Eylül 2011 Perşembe

Sadece Bekliyorum

Meğer insan her gün bir şey daha öğreniyormuş. Hiçbir zaman (olmadan) tahmin edemeyeceğim şeyler öğrendim.Gözlerim, kalbim acıdı. Ağladım, çok ağladım. Üzüntümü anlatmak için yazacak kelimem yok...
Kopup giden parçalarım için üzülüyorum, olanları düzeltmek istemeyeceğim için, bunları unutmayacağımı bildiğim için, sevemeyeceğim için, hatırladıkça "boşver" diyemeyeceğim için... Seninle ben için üzülüyorum...
Sahte bir kucakmış uyuduğum, parlak yıldız sandığım geleceğim meğer sönmüş bir umutmuş...
Ağlamıyorum hayır, yalnız yazıyorum. Ağlamak için bile yeterince yorgunum ...
Üzüntü geçiyor, gülümseniyor yeniden biliyorum da. Sonrası beni çok korkutuyor...

"Bana güven" dediği anı biliyorum ben artık. "Ben seni seviyorum, bana güven". Bu sesi silmedim, kalbimin en derininde duruyor. Onu saklıyorum. O sesi seviyorum, sahibi her şeyim. Ona güveniyorum ama biliyorum ki o da korkuyor...
Ona, "korkma, hiçbir şey olmayacak" demeyi öyle çok isterdim ki...
Ellerimde ellerini bir ömür tutmak istediğim, yeşil güzel gözleri; son ana kadar görmek istediğim, sesi, nefesi, kendisi... O benden gitmesin ben de ondan. Bu sebepten Olmaz!! Olmaz!!!




29 Ağustos 2011 Pazartesi

Bilal'in Yeri

Belki defalarca geldik Kaş'a sabitlenip görememişiz ya, gerçekten şaşırdım :)
Bilal'in yerine, sahilden gidiş dönüş 10 TL'ye binip ulaştığın bir takayla gidiyorsun. Yolu çok keyifli...
Kendince bir yer inşaa etmiş ve gerçekten de iyi döndürüyor.
En sevdiğim vakit olan yemek vakti geldiğinde, önerilerini aldık ve Avcı böreğini denedik. Bir Meksika bir de Kaş'ta varmış :)) Denedik ve bayıldık!
Bilal'in yeri kalamar ailesiyle de meşhur artık bizim için. Bunu diğer yazımda, resimlerle anlatacağım. İlk kez bir kalamarı canlı gördüm ve ailesiyle ... Gerçekten harikaydı!

25 Ağustos 2011 Perşembe

SIFIRSIN

Dünyanın en yakışıklı, en zengin, en başarılı adamı da olsan, bir kadın seni çocuklarının babası olarak hayal edemiyorsa; sıfırsın!!



24 Ağustos 2011 Çarşamba

Kalk Be Aslanım!

Birçok kez, kaybedenleri düşünüp nefes alamadığım oldu. Düğüm düğüm boğazım. Gazete okumam, haber izlemem işte ben bu yüzden. Kaybedip, ağlamanın başka bir boyutunda kendini heba edenleri göremem. Dinleyemem ama çok düşünürüm. Bazen anneyi, bazen sevdiğini kaybeden kadını düşünürüm. Bu beni mahfeder, bitirir de engel olamam, durduramam...
Bir kadın kaybetti yakın zamanda eşini, sevdiğini, her şeyini. İki evladı bir de o kaldı geriye. Gördüm yüzünü. Acısını, bitmişliğini, kaybetmişliğini...
Onu kaybetmeden 3 yıl önce konuşmuştuk. Diyordu ki; "yıllar oldu eşim o, ama hala aşığım deliler gibi." Bu cümlesinden sonra hayranlık ve büyük bir saygıyla bakakaldım yüzüne kadının. O akşam bir rakı sofrasında yemekteydik. Eşi de yanında oturuyordu. Arada bakışıp, aşklarından çıkan enfes tadı yayıyorlardı etrafa. Biz de gülümseyerek haz alıyorduk sevgilerinin büyüklüğünden.
O akşamı hatırlamak istemiyorum, beynim geriye atmıyor o görüntüleri. Üzüyor beni. Katlanamıyorum. Kadın eşini kaybetti. Ben bunu düşünmeye dayanamıyorum. Peki o nasıl uyuyor geceleri? Sabah nasıl oluyor ona? Güneşi var mı kadının? Gecesi yıldızlı mı? Nasıl dayanıyor sevdiğinin gidişine? Gözyaşlarını düşünmüyorum, içindeki acıyı söylemiyorum artık kendime. Onun kaybeden olduğunu hatırladıkça ben bağırmak istiyorum toprağın altına Kalk Be Aslanım!  :.(


22 Ağustos 2011 Pazartesi

Zaman Kalmadı

Beklediğim şeyi neden beklediğimi bile bilmiyorum ama hazırlığını yapıyorum. "Çok üzüleceğim bak gör, çok zor olacak" diyorum nedense kendime sürekli... Bir insanın, kendine yapabileceği en saçma şey bu! Gel de engel ol hadi...
Gitti, gidecek az kaldı, son zamanlar, bu son tatil, son eğlenceler, son yemekler ... Her şeyi bitirdik, şimdi bir de bunu deneyeceğiz beraber. Ha! beraber diyorum; bilmiyorum ya o bensiz ya da ben onsuz devam edebiliriz de kim bilir?... Ama kendime yaptığım bu işkenceye devam etmek istemiyorum artık. Belki bugünden sonra başarabilirim. Kafamda neler olabileceğini canlandırırken yaşadığım saçma negatiflikten kurtarıyorum kendimi. Bugün bu kararı almak bile güzel :)

15 Ağustos 2011 Pazartesi


UNUTMA Kİ YALNIZ OLMAK, YANLIŞ YERDE VE YANLIŞ BİR KALPTE OLMAKTAN İYİDİR!!!

Uçurumda mıyım? Çukurda mı?

Bu kadar eşsiz bir ifadeyi duymamıştım uzun süredir kimseden. Duyduğum anı ve ortamı, o anda arka arkaya kurduğu cümleleri sanırım hiç unutmayacağım.
İnsan çok duyamaz bunları. Çok duymak ister ve ömrü boyunca bekler...

Onu anlamıştım aslında. Zaten uzun süredir anlıyordum. Yalnızca, gözlerine bakarak anlatamamıştım onu anladığımı. Kararları yoktu, planları, hayalleri, istekleri... Hiçbir şey hissetmiyordu, sanki hissizleşmişti. Biliyordum, sıkılmıştı. Kaybolmak istiyordu. Aslında içinden nelerin geçtiğini öyle iyi biliyordum ki... Ama susmanın tam zamanıydı. Çünkü "o" konuşuyordu. Hiç yapmadığı şekilde, hiç olmadığı kadar ciddi, hiç bakmadığı gibi derin. "O" konuşuyordu... Susmanın tam zamanıydı, aralarda, "hım hım, evet" bile demiyordum. Öyle güzel şeyler de değildi üstelik söyledikleri ama olsun, konuşuyordu...

Kaldı orada kalbim sanki. Masadan kalkmaya yakın, dilimden dökülen kelimeleri kontrol edenin ben olmadığıma eminim de, peki kimdi? Neydi içimdekileri bu kadar acımasızlaştıran? Düşünen, hisseden ve söyleyen ben olamam. Korkuyla karışık, geç kalmış binlerce cümleyi ardarda sıraladım sanki. Olacakları ne o ne de ben bilmiyoruz öylesine yaşıyoruz birbirimizi. İkimiz de korkuyoruz kaybetmekten ama bir şey de yapamıyoruz. Hem ağlamak istiyordum hem sevinmek. Hem korkuyordum, hem de emindim kendimden. Hiçbir şey sebepsiz değildi ki, yıllar geçmişti. Küçük, minik, heyecanlı, aşık kalbim gitmişti. O da beni anlıyordu biliyorum. Hüzün çöken sözlere son vermek istiyordu. Elinden bir şey gelmeyeceğini son kez söyledikten sonra, yanan bütün umut mumlarımı da söndürdü. Taş üstüne taş koydu, engelleri besledi, büyüttü. Bana, bizi kurtarmak, yaşatmak için hiçbir şey bırakmadı. Son kırıntılarını üfledi konuşurken, içimde ona ait ne varsa.
Ben o günü yok sayamam o da. Unutulmayacak belki ama öyle güzel şeyler gelecek ki, hatırladıkça gülümseyeceğiz belki. Kim bilir...

Kalbimi bıraktığım o masada, ona ait iki kelime yordu beni. Uçurumda mıyım? Çukurda mı?
Çünkü o da herkes gibi önce kendi durduğu yeri görmek istiyordu. Sen yalnız mısın? Üzgün ve mutsuz musun umrunda bile değildi. Kötü niyetinden değil, kendini önemsemesinden... Ben de gözlerindeki hüznü görmemezlikten gelip söyledim ona, "ben de durduğum yeri görmek istiyorum artık. Yalnızlık mı, sen mi?"


12 Ağustos 2011 Cuma

Nachos Sosu

Geçenlerde, "olur mu olmaz mı" yı çok düşünmeden girdik yeni bir denemenin içine. Malzemelerimiz belli...
Bolca domates, ince kıyılmış taze soğan, ince kıyılmış maydanoz ve biraz sıvı yağ,tuz, sarımsak.
Rende ya da robotta çekilmiş domateslerin içine kıyılan yeşil taze leziz sebzeleri ekleriz ve hepsini karıştırırız.
Ortaya çıkan domatesli nachos sosu tadından yenmez :p
Marketlerde süzme yoğurt satılıyor, yanına bir de süzme yoğurt servis ederseniz, inanılmaz güzel ikiliye merhaba der ve misafirlerinizi kolayca ağarlayabilirsiniz. Gerçekten denemenizi şiddetle öneririm.

11 Ağustos 2011 Perşembe

Bayramda Kaş'a gitmek isterseniz

Günlerdir bir tek şey için uğraşıyordum. Üstelik de, son ana bırakmadım yani düşünün...
Ağustos 8 itibariyle araştırmaya başladım. Konaklanacak yer yok. Aaa nasıl olur? Ben ne yaparım? Bütün planlar suya mı düşer?
Hayır tabi ki :)
Kaş bölgesinde ne kadar pansiyon varsa aradım :)
Ama buldum, şanslıydım sanırım. Kimi aradıysam yer yok. Şaka mı bu ya? İnsanlar 29 Ağustos günü Arife olan ve sonrasındaki tarihleri kapsayan bayram tatili için ellerini çok çabuk tutmuş ve beni askıda bırakmışlardı. Hiç kibarca değil :P
Neyse, Saray Otel, iyi ki boşsun :)) Yaşasın!! Kaş'a gidiyoruz :)


Bekler seven

Çok uzatmasan?
Olmuyor, istemiyorum desen? Sen de benim gibi anı mı yaşıyorsun? Sana kızamam ki...
E ne var canım, ben de öyle yapıyorum. Hadi ileriye dönük plan yapalım. Başla! E hadi ama bir şeyler söyle. 
Neyin garantisi var ki hayatta? Biliyordum, benimle aynı fikirdesin... Bak, gördün mü işini nasıl da kolaylaştırıyorum... :)
Yok, kızmıyorum sana, bakma sen sözlerime. İçime attıklarıma, etraftan duyduklarıma, duyup da üzüldüklerime, sevip sahiplenenleri gördüğümde akan gözyaşlarıma, hızla geçen zamanıma, artık eskisi gibi olmayan heyecanıma, neşeli atmayan kalbime, biten aşkıma, kanayan yarama bakma.
Sen daha önce defalarca duydun bunları, duydun da inanmadın biteceğine aşkımın. Haklısın. Öylesine büyüktü ki, ben de inanmazdım.
Bilmediğin şeyleri anlatmıyorum sana değil mi? Çok seven her insan, bekler, bekler, bekler bekler, bekler (sabır işte :)) sonra gider...
Gitmek istemedim. Kaldım. Bekledim. İyi ki beklemişim biliyor musun?
Çünkü artık içime attıklarım yok, gözyaşları yok. İyi ki beklemişim. Çünkü artık beni üzen, tutan, bağlayan, acıtanlar da yok. İyi ki beklemişim biliyor musun?
Çünkü kendi kendine bitiyormuş zaten her şey. Ya seni severken gitmeyi deneseydim? :)
İyi ki o zaman gitmemişim...

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Olabilir mi?

Bu kadar özgür olmak istiyorum yine...
Biraz sakin, biraz yalnız, biraz da uzak...

Duy da İnanma

Karşımda konuşurken kalbimin atışlarını kontrol edemiyordum. Ama yine de sakinleşmeye değil de daha fazla kan akışına neden oluyordum. Durduramamak kendini bu işte!...
O an ne olsa da kurtulsaydım oradan? Neler düşündüm neler... Gelmez ya aklına insanın, hatta bomboş olur, olanı da unutursun... İşte öyle bir andı dünkü...
Bir gün, biri demişti ki bana; "sizi bir tek zaman yenebilir, onun dışında size bir şey olmaz". Sözlerinde haklı olduğunu o zaman da biliyordum ya, neyse... Bizi yenmek üzere zaman, yenik düşmek üzereyiz zamana...
Aslında bunun seyircisi olmak da güzel. Heyecanla beklemek, savaşmak belki de. Tabii savaşmak istersen... Ya da diğer yolu seçip bilerek, ağır ağır yenilmek.
Düşünüyorum da, tanıdığım en güçlü varlığın karşısında duruyorum. Bu ne cesaret ? Meğer ben ne kadar güçlüymüşüm? Gerçekten bilmediğim bir şeydi bu. Zamana karşı duruyorum, buna cüret ettim. Bana bol şans!
Duyduklarımı düşünüyorum şimdi. Gelebilir miyim üstesinden? Karşımda hem zaman var hem sözleri! Yoksa o sözleri duymamış gibi mi yapayım? Duyup da inanmamak bir tercih olabilir mi? Önemsememek? "Nasıl olsa isteyerek söylemedi. İstediği hayat o değildi aslında" diyip süslesem mi? :) Böyle daha güzel olmadı mı? :)
Kadınların en güzel yaptığı şeylerden biri de bu değil mi? Görmek istemediğini görmez ya da farklı bir bakış açısı getirebilir.
"Ne oldu da böyle oldu, biz neden böyle olduk" demiyorum. Çünkü sebebini biliyorum. Zaman kendini gösterdi. Çünkü vakti gelmişti...



4 Ağustos 2011 Perşembe

Gözlükler ve Yanık Ten Konuşuyordu

"Mutlu musun?" diye sordum.
"Sevdiğinle değil, seni sevenle birlikte olacaksın" dedi bana. Dondum! Aslında söylediği tam da mantık çerçevesi içindeydi de, ben öyle yaşamıyordum hayatı. Hiç de yaşayamadım. Söylediklerini dinlerken, eminim yüzümdeki garip ifadeyi o da fark etti. Sakin ve usulca devam etti...
"Bu yeni ciks gözlüklerim, bu yeni saatim, bu takılarım, tatildeydim fazlaca esmerleştim" dedi, "ha! bu da yeni arabam" diye ekledi camın kenarından otoparkı işaret ederek ...Şaşkınlığımı, saçmaladığım kelimelerim takip etti. Bu onun en mutlu haliydi öyleyse. Değil mi? Soruma verdiği cevapta hisleri yok, bünyesine kattığı değerlileri vardı. Peki şimdi ben onun için ne hissetmeli, onun için ne dilemeliydim?
Ona nasıl baktığımı canlandırmaya çalışıyordum kafamda. Ki, beni yanlış anlamasın.
Aslında onu onaylıyordum. O zaman neden hala şaşkınım?
Bazı hayatlar ya da bazı insanlar için öyle kolay ki her şey. Belki de şaşırdığım, kendi kararsızlığım ve sürüncemede kalan geleceğimdir, kim bilir...??

Gözümde Hep Aynı Sahne

Bu düşü ilk kurduğumda daha küçüktüm. Bıkkınlığımla baş edemiyordum, güçsüzdüm. Gitmek istiyordum...
Şimdi mi? Şimdilerden geriye doğru gidip bir şeyler söyleyebilirim kendimle ilgili. Biri çıkıp geldi, vazgeçtim gitmekten, bıkkınlığım gitti, mutluluk geldi. Gölge kadar yakın oldu takip etti adım adım...
Yıllar geçti, sevdiğim hayatın içindeydim. Bitmesin istedim, sürsün daha da sürsün bitmesin!
Bir gün; çıkageldi bıkkınlığım, heveslerim söndü, heyecanım bitti. Aşk gitti... O artık yoktu...
Kendime söylediğim şey hep şuydu; "hayat kısa, sonrasını değil, şimdiyi düşün." Dinledim iç sesimi, vazgeçmedim, gitmeyi istemedim yeniden. Sadece kaldım, güvendim, bekledim, sevdim.
O? O da sevdi...
Ne kadar gerçekti hayat o hiç anlamadı, yüzeyseldi. Duygular önemliydi, hisler, yaşananlar... Ama benim için... O? O da sevdi...
Kaldığım yerden devam etmek değil, artık değiştirmek istiyorum her şeyi. Kaldığım yerden sevmek değil, yeniden sevmek istiyorum artık. Zor mu? Hayır değil!
Çok acıyormuş vazgeçince, çok sancıyormuş. Olsun...
Yaşadıklarım yeter, sevgisi yeter, hayali kalır, o gider...

İstanbul'a yakın yerler keşfedilmeli

Motorsikleti olanlara duyururum. İstanbul'a yakın bir dolu yer var gezip görülecek. Trafik derdin yok, oh mis gibi hava püfür püfür esintiyle yolculuk....
Ağva, Riva, Şile motorcuların en çok kullandıkları yollar. Bu yollar ağaçlık ve motor için gerçekten çok keyifli. Özellikle Riva yolunu tavsiye ederim...

Mavi Balıklar Büyüyor mu?

Bu mavi balıklara hayran oldum. Bugüne kadar 3-4 bölgede dalış yaptık ama ilk kez Ayvalık sularında gördük bu canlıları. Ay haaaaarikalar :))
Bakın;

Farkında Yaşamak mı?

Dün akşam bir yazıma denk geldim. Ders çalışırken karaladığım bir güzel paragraf. Defterin en son sayfasında öyle güzel karalamalar vardı ki, yeniden yazmak istedim bugün...
Demişim ki, parla ey güneş, gel güzel günler gel!... Ve geldi güzel şeyler çağırmışım gelmiş...
Hayat çok kısa diyorum, diyorum da hep unutuyorum yarın sonlanacak gibi yaşamayı. Keşke bir yanda dursa o cümle. Keşke biraz daha farkında olsam...

29 Temmuz 2011 Cuma

"Mares"imi Seviyim :P

ilk tanışma maske şnorkel sonra gelir gerisi dedik, şimdi kanallı paletimden tut da, eldiven elbiseme kadar her şeyim var :))
Gün olacak alacağım o regülatörü yahu :) şimdi en güzel şey, onun kendi regülatörüne olan aşkını izlemek :)))))))
Mares elbisemle ilk resmim bu, buyrun bakın :P

26 Temmuz 2011 Salı

Ayvalık Sualtı Fotoğrafı

Dalış için Ayvalık'a gitmek isteyenlere birkaç öneri...
Hafta sonunu Pazartesi'ye dağıtarak dönüş yapın. Pazar günü yollar hiç çekilmiyor. Çok kalabalık.
Dalış için gerçekten bölgeyi iyi bilen bir tekne araştırın. Sualtı gerçekten çok hareketli ve renkli. Ayvalık dalış için denemeye, tebrübe etmeye değer bir bölge.
İyi eğlenceler :)

En güzel terapi

Bir gün; "eskiye göre daha pozitif biriyim" cümlesini kurabilirsem başarının dübürünü çatlattım demektir :)) Bunu çoktan dedim :) Var olan hayatı en keyifli hale de, en çekilmez hale de insanın kendisi getirirmiş... Yaşadık ve gördük :) Hayat çok kısa der dururuz da, acaba farkında yaşar mıyız ?? Hayır farkında olanımız çok az. Hayat çok kısaysa, ehh hadi o zaman yaşayalım da görsünler :))

Bu dalış resmine bakar mısınız? Tam yüzüme, gözlerime!!! Nedir gördüğünüz??

22 Temmuz 2011 Cuma

Ya sevecektim...

Merhaba :)
Bugün içimden gelenleri yazmak istiyorum. Birden aklıma geldi... Ya sevecektim ya da vazgeçecektim!!!
Ben dalış yapmak ne demek hiç tadamam sanarken, bir gün bu şansı elde ettim. Ardından sorunlu ve korkutucu bir eğitim geçirmem işleri birazcık karıştırdı :)) Ama olsun, benim adım Deniz YILMAZ :P :P
Neyse, sonuç şu ki, dalışı sevdim. Üstelik yeni malzemelerim de var artık :)
Sponsorum sayesinde, dalış işindeki mutluluğum bin kat daha arttı son dönemde :) yeni bir patik yeni bir palet hem de en iyilerinden :P

Teşekkür ederim Sponsorum :)

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Sanırım fülüt balığını daha önce duyanların sayısı pek de fazla değildir?!
Ben bu balığı çok sevdim. Oldukç sıcak, samimi :)
İnsanı inceliyor, kaçmıyor ama mesafeyi de koruyor :)
Kendisi gümüş rengi olsa da, bir şeylere bağlı olarak renk değiştiriyormuş. İlginç öyle değil mi?

Bodrum ve Kaş dalışlarımızda bolca karşılaştığımız bu balığın resmini bir sonraki dalışımda çekip mutlaka ekleyeceğim.

19 Temmuz 2011 Salı

Kaş ve Bodrum Dalışlarım

Arkadaşlar eminim "bu ne yahu" diyorsunuz :) Burada bir canlı var. Adı "Sübye" :)
Dokunmak istediğinizde, ahtapot gibi mürekkep bırakıp hızla kaçıyor...

14 Temmuz 2011 Perşembe

Yeni Dalış Hikayeleri

Yeni dalış hikayeleri, yeni tanıştığım balık türleri ve daha niceleri için; biraz zamana ihtiyacım var. Ama kaçırmayın derim!... :)

29 Haziran 2011 Çarşamba

Kaş Nar Cafe Mantı

Yok ben yazarak tarif edemem ya :) Gidin ve tadın! Böyle bir mantı olabilir mi? Soruyorum...
Kaş Nar Cafe, Kaş'a gitmeyi isteme nedenlerim arasında desem abartmış olmam. İlk tattığım anı ve masadan mutlu ayrıldığım akşamı hiç unutmuyorum :) Çünkü mantıdan sonra iyi hissetmek şarttır. Midene oturmuş bir hamur değil, leziz bir tat hatırlanmalıdır.İşte tam adresi, Nar Cafe!
Durun, mantıdan sonra sakın hemen hesabı istemeyin. Sırada irmik helvası var :) hem de dondurmalı! ımmmmm enfesss!

28 Haziran 2011 Salı

Bir Macera Daha!

Bir macera daha başlıyor sanırım. Yeni bir keşif daha var sırada :) Dalış yapmak için harika bir zaman!
Aslında biz Ayvalık sularını merak ediyoruz.Ama Ayvalık suları soğuk daha...
Kısa süre sonra bir Ayvalık planı yapar, tecrübelerimi paylaşırım.
Bu hafta sonu Bodrum ve Kaş dalışları yapıyor olacağız. Dalış bölgelerinin isimleri, suyun sıcaklığı ve diğer birçok konuda bilgileri aktaracağım. Beni bekleyin!!! :)

27 Haziran 2011 Pazartesi

Dalgalı Deniz

Böyle görünüyor işte Marmara dalışları :) Ya o ne denizdi ya :)
Tatil için en güzel yerlerden biri Kaş diyebilir ve ekleyebilirim...
Tekne gezileri, sahilleri, restorantları ve denizi öylesine müthiş ki, oradan ayrıldığınızda, yeniden gideceğiniz gün için sabırsızlanacaksınız. Bundan hiç şüphem yok.
Kaş için söylenecek çok şey var ama bunu yazarak ifade etmenin bu kadar zor olacağını tahmin etmemiştim. İlk gittiğim gün, "hadi canım, bu kadar anlatıldı, burası mıymış" dedim. Sonra aynı gün denizini gördüm, sessizliğini ve farkını. Başka bir şey var Kaş havasında. Çok başka bir şey! Şimdi şansım olsa, bu dakika da kalkıp giderim. Yaşamak için... Stressiz, güzel ve sağlıklı bir yaşam için kalkıp giderim :)

Ama sahip değilim öyle bir şansa :)

Sizce bu göz kime ya da neye ait? :)

Dün Değirmendere'de dalış yaptık ve anladık ki, Bodrum ve Kaş'ın kıymetini bilememişiz :)
Dünyanın en güzel bölgelerinde dalmışız ama sorun şu; Oralarda da balık kalmadı. Su yalnız su :)
 Mayıs ve Haziran ayında Bodrum'da harika balıklar vardı. İnşallah onlara zarar gelmez ve çoğalırlar.
Tabi bizlerden uzak : p Azıcık, çok değil, azıcık korkuyorum da :))

Değirmendere Dalış

En Güzel Dalış

Daha önceden Kaş ve Bodrum'da dalış yapmanın tadını anlamamıştım. Ta ki, dün Değirmendere'de dalış yaptığım ana kadar. Şimdi anlıyorum ki, Bodrum ve Kaş gerçekten muhteşem dalış bölgeleri...
Marmara çöp olmuş. Keşke kıymet bilseydik... Ama artık çok geç. Dün yaptığım dalışta suyun dibinin nelerle kaplı olduğunu ilerde resimlerle göstereceğim.