27 Eylül 2011 Salı

"Yerebatan Sarnıcı"nın Büyüsü

Birer birer indiğim merdivenlerin sonunda, öylesine büyülü bir manzara vardı ki, sanki ayaklarımın altındaki zemin kaydı o an. Önce dikkatimi "ney" sesi çekti. İmkansızdı görmezden gelmek. Alıp götürüyordu insanı...
Büyü, ben içerde yürüdükçe devam etti. Kalp atışlarımı bastıran tek şey, ney sesiydi. Hiç böylesine bir kalabalık içinde yalnız kalmamıştım huzurumla. Bu ilkti!...
Yürüdükçe daha da heyecanlandıran atmosfer içinde boşluğa bastığımı düşündüm uzun süre. Ayaklarım yerle temas etmiyordu sanki. Sarnıcın böylesine gizemli olup, insan üzerinde hakimiyet kurması tehlikeliydi. Sakince yürümeye devam ettim. Kafamda öyle çok görüntü canlanmıştı ki, dursunlar istedim. Sanki tarihe bendim şahit. İçerdeki rutubet kokusu, loş ışıklar ve damlayan suyum görüntüsü beni iyice gerçeklikten ayırmıştı. Aslında iyi de gelmişti. O an tek düşündüğüm; içinde bulunduğum karanlık ve büyülü sarnıçtı.
Suya odaklanınca, "dev balıklar" diye de adlandırabileceğim, sayısını tahmin edemeyeceğim sazanları gördüm. Durup birkaç saniye düşündüm. Mümkün olabilir miydi? Bu rutubetli ve karanlık ortamda bunca balık nasıl yaşıyordu? Yaşamayı geçiyorum, bir de öyle büyümüşlerdi ki, hiç de derin olmayan o suda yüzmekte bile zorlanıyorlardı. Dakikalarca izledim onları. Bakmayı bıraktığım her an merakıma yeniliyordum. Yürüme yoluna kurulmuş korkuluklara yaklaşıp yeniden izlemeye koyuluyordum onları. Dev balıklar, sazanlar...
Derin karanlığa veda etmek gerektiği an, arkama dönüp bir daha baktığımda etkilenmekte ne kadar haklı olduğumu bir kez daha anlamıştım.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder